4 Nisan 2013 Perşembe

Okumak, Peki ama Kimi, Neyi ve Niçin?


Kitaplıklar bitirmiş insanlar 'okumak' kavramı üzerine yazılar yazmalılar. Her birimizin çırpındığı bu okyanusta birbirimize ihtiyacımız var. Yol alanlar, yol göstermeli!

Yaşamak kavramını anlamlı kılmak için elimizde büyük kozlarımız var. Uğraşılarımız. Okumak da bunlardan bir tanesi. 
Peki ama kimi, neyi ve niçin okumalıyız? Sadece ülkemizin verilerini göz önünde bulundurursak takibi mümkün olmayan yeni kitap yağmurunda kaybolmamız gayet mümkün. Bu soruyu sorun edip aklıma düşürdüğümden beri sancılanıyorum. Schopenhauer'in Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine isimli kitabını cevaplar bulabilmek adına büyük bir beklenti ile aldım. Altını çizdiğim satırları bir başlık altına toplayıp daha sonra buraya aktaracağım.



Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: biz sadece onun zihin sürecini 
(düşünme biçimini) takip etmekle yetiniriz. <sayfa 73>

Kişisel arayışlara cevap bulmak, vakti hoşça geçirmek, insanları ve kültürleri keşfetmek, anlatılanlara şahitlik etmek vb birçok güzel sebep ile insan kendini bir şeyler okurken buluyor. Öncelikle niçin okuduğumuzu bir cevap bulmaya çalışalım.

Sıradanlaşmış eylemini niçin yaptığını ifade edemeyen insanın bilincine itibar edebilir miyiz?
... Çok fazla yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin, eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder, tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Birçok eğitimli insanın durumu bundan pek farklı değildir: okumak onları ahmaklaştırır. <sayfa 74>

Herkesin kendince bir sebebi vardır okuma yapmak için benimkisi bir arayışın neticesi: anlamak, hayatı, insanları, davranışları, sonuçları, sebepleri ve nihayet varlık gayemi; en azından anlamaya çalışma gayretimin adıdır okumak.

Konu ile bağlantılı olarak çocukluğumdan haber vermek istiyorum. Ortaokulda -evde yalnız olmamdan da kaynaklanıyor olsa gerek- okuldan gelince muhakkak kitap okur bazı günler kitabı bitirmeden kalkmazdım. Sınıf arkadaşım Dilara ile tatlı bir yarışın içindeydik. 2 sene üst üste ikimiz de 100 kitabın altına inmedik. Apartmanımızda kütüphanelere kitap bağışı toplayan bir teyze vardı, onun evinde çuval çuval kitapları görünce içim giderdi fakat utangaç oluşumdan dolayı isteyemezdim yine de bir gün o fark etti ve bana kitap vermeye başladı,hala dururlar evimde. Sonra dedemin çay bahçesinde garsonluk yapmaya başladım. 
Yan tarafımızda fazla ziyaretçisi olmayan kütüphane vardı. Müşteri yokken oraya gider, seçer beğenir okurdum. Çevremde okumayı tavsiye eden yoktu fakat ben böylesini çok seviyordum. O hikayeler sanki senaryo metniydi ve küçük yönetmenlerin eline verip -hadi çek bunu diyordu yazarı. Hayal kurmayı öğretti ve sevdirdi kitaplar.


Hayatta nasılsa edebiyatta da öyle: her nereye dönseniz derhal kendinizi düzelmez, yola gelmez bir insan güruhuyla buluyorsunuz, her tarafı her bir köşeyi doldurmuşlar, tıpkı yaz sinekleri gibi sürü halinde her yere doluşup her şeyi kirletiyorlar. Bir yığın berbat kitap, gıdasını buğday başaklarından alan ve sonunda onu boğup kurutan edebiyatın istilacı yabani otları da öyle. <sayfa 77>

Yukarıda paragrafta bahsedilen bir yığın berbat kitap içerisinden zihnimizi en az kirleterek nasıl kurtulabiliriz? Üniversite tercih döneminde kendisine danıştığım avukat bey şu sözleri sarf etmişti: 'keşke yol gösterenim olsaydı da bir sürü ıvır zıvır kitapla vakit kaybetmeseydim, zihnimi kirletmeseydim' bu cümle beni çok etkilemişti. Okuma konusunda yol göstericilik kavramı yıllar evvel düştü aklıma. Yazımın giriş cümlesinde iddia ettiğim gibi her birimiz okyanusun ortasında çırpınıyoruz. Dolayısıyla yol alanlar yol göstermeli ki kendini gerçekleştirme amacında olanlar mesafe kat edebilsin

Schopenhauer çok hoşuma giden bir tespitte bulunmuş: İnsanlar bütün zamanların en iyi olanı okumak yerine hep en yeninin peşine düştüklerinden yazarlar kendi dönemlerinde şöyle veya böyle egemen olan fikirlerin dar alanına sıkışıp kalırlar ve bu yüzden dönem kendi bataklığı içinde biteviye çırpınıp durur. <sayfa 78>


Hiçbir zaman kötü kitaplar çok az ya da iyi kitaplar çok fazla okunmaz: kötü kitaplar zihin için zehir mesabesindedir, aklı harap ederler. <sayfa 79>

16 Mart 2012'de bıkmadan her soruma cevap veren kıymetli Hakkı abime şu soruyu sormuşum: Toplumun geneli entelektüel açıdan niçin alt seviye kabul edilir? Bu, toplumun kaderi midir? Yığınların entelektüel gelişmişliği ütopya mıdır?  
Schopenhauer'in yukarıdaki sayfada söylediği başka bir açıdan soruma cevap oluyor sanırım fakat yine de ben bunun sebebini hala kavrayabilmiş değilim. Niçin, niçin, niçin!


Okuduklarımızı hafızada tutmak bir süre sonra bazılarını unutmak,hatırlayamamak okuyucu şüpheye düşüren boşuna mı okuyorum dedirtebilen bir sorun. Bu konuda şöyle bir yorum yapmış: Bir insanın okuduğu her şeyi muhafaza etmesini istemek yediği her şeyi midesinde muhafaza etmesini istemekten farksızdır. Yediği şey onu bedenen, okuduğu şey de zihnen beslemiştir ve o bunlarla ne ise o olmuştur. Nasıl ki beden kendisiyle türdeş olanı hazmederse, bir insan da kendisini ilgilendiren-dikkatini çeken şeyi muhafaza edecektir; bir başka deyişle onun düşünce sistemiyle örtüşen yahut amaçlarına denk gelen şeyi bünyesinde alıkoyacaktır. Tabiatiyle herkesin hedefleri vardır, fakat azdan azı bir düşünce sistemine benzer bir şeye yaklaşır. Bu sebepten ötürüdür ki bu insanlar hiçbir şeye nesnel bir alaka göstermezler ve okuduklarından hiçbir şey öğrenmezler; okuduklarından hiçbir şey anlamazlar. <sayfa 82>



... Okumak için ayırdığınız zamanı da münhasıran bütün zamanların ve ülkelerin büyük kafalarının eserlerine tahsis edin, onlar insanlığın geri kalanını yukarıdan seyrederler, şöhretleri onları zaten bu hüviyetiyle tanıtır... <sayfa 79> 


(...onlar insanlığın geri kalanını yukarıdan seyrederler... ne güzel tanımlamış, mest edici!)

*

Hayatı anlamlı kılmak için elimizde çok güçlü kozlarımız var. Uğraşılarımız mesela. Neler olabilir? 

  • Roman, Öykü, Şiir, Tiyatro Oyunu, Deneme, Makale, Biyografi, Otobiyografi, Eleştiri, Gezi Yazısı, Film Analizleri, Anı... 
  • Ve her bir türde yüzlerce muhakkak okunması gerekenler listesi çıkartabileceğimize göre seçimi özenle yapmakta fayda var.
  • Mesela: ... Ahmet Hamdi Tanpınar, F. Nietzsche, W. Faulkner, M. Foucault, Cemil Meriç, İbn-i Arabi, Şerif Mardin, S. Zweig, Çehov, S.F.Abasıyanık, Oğuz Atay, Yaşar Kemal, Herman Hesse, N. Kazancakis, M. Kundera, Tolstoy, İsmet Özel, P. Neruda, N.H.Ran, D. Cündioğlu, R.M. Rilke, A.Maaoluf, G. Marquez, Dostoyevski, Kafka, Füruğ Ferruhzad, Vüs'at O. Bener, Nurettin Topçu, S.Karakoç, Orhan Pamuk, M. Proust, J. Joyce, A. Camus, W. Shakespeare, Sabahattin Ali  ...
Bir çırpıda aklımıza gelen şu isimleri bile okumak büyük bir çoğunluk için mümkün olmayacak. Ki bu isimler ve daha fazlası muhakkak okunması gerekenler listelerinde kendilerine daima yer bulurlar. Oysa ne mümkün 'muhakkak okunması gerekenler' listelerine yetişmek!

Son zamanlarda kitaplar,benim için, o alıştığımız basılı metin formunda tamamen çıktı. Kitaplığımda onlarca insan var. Asla bir araya gelemeyeceğim büyük kafalara misafirliğe gidiyorum,onlar anlatıyor ben dinliyorum. Evet,aynen böyle. Niçin okuruz sorusuna cevaplar ararken böyle bir cevap buldum:

"
Okumak,basbayağı dinlemektir. Bir araya gelemeyeceğimiz büyük kafaların yıllanmış sesini kağıttan duymaktır."

Peki sizin cevabınız nedir? Bu soru sizin ne kadar umrunuzda? İsabetli bir arayış içerisinde miyiz?

Böylelikle blog dünyasında ilk yazımı yayımlamış bulunmaktayım. Umarım burada değinilecek konular ile birlikte yol alırız.
İnsanın, başkalarına fikir dünyasını açması müthiş bir şey! Şaşılacak, hayran olunacak, takdir edilecek girişim. Kesinlikle böyle düşünüyorum. Konuşan, kıymetli düşüncelerini paylaşan herkese teşekkürler.

Hoşça kalın.