19 Ocak 2015 Pazartesi

Ömer Faruk Bey'in Mahcubiyeti

Yaşadığım ekonomik buhranı sona erdirmek için bankaya gittim. Müşteri temsilcim -dikkatinizi çekerim benim müşteri temsilcim-öğrenciye kredi veremiyoruz dedi.

Ömer Faruk Bey, 'Veremiyoruz' derken bankası adına öyle mahcup görünüyordu ki, onun bu hallerine sebep olan banka yönetimine nefret duydum. Zaten ben de çekmeyecektim sayın temsilcim, faiz haram dedim. Gülüştük falan, sonra güvenlikler koluma girdi halay çekiyoruz sandım. Ne eğlenceli çocuklar varmış burada, bankalar hiç de dışarıdan göründüğü kadar canavar değilmiş derken kapı önünde tek başıma kaldığımı fark ettim. 'Ömer Faruk beey, nerdesiniz?' dedim. Emekli aylığı için içeride sırasını bekleyen yaşlı teyze, kulaklarını ovuşturarak beni anlamaya çalışıyordu. Çift kat cam sesimi nasıl kesiyorsa, Ömer Faruk Bey'lerin söylediklerini de bana iletmiyordu. Adil tavrı ile gönlümü kazanan cama bir baş selamı verdim. Umuyordum ki ö
zlenen bu davranışlar bankanın tamamına yayılacaktı. Ağız okumadaki yeteneğim beni şaşırtmıyorsa sayın temsilcim 'defol git lan' dedi, bunu ona hiç yakıştıramadım.

Bu yaşananlar sonrası mülkiyete bakış açımı gözden geçirmeyi düşündüm. Kitaplarım dışında satabileceğim bir eşyam yoktu. Çoğu ortamda sosyalizmi esaslı bir şekilde savunduğumu ve hatta yaşadığımı, ben değil, yanımdakiler dile getiriyordu. Hatta bazı arkadaşlarım derviş olduğum iddia ederlerdi. Onlara göre 'Bir lokma, bir hırka' düsturu ile yaşayan modern çağ dervişi idim. Az bulunurdu benim gibiler.

Bana kimin neyi yakıştırdığını bir yana bıraktım. Bana baharı yaşatacak diğer bankaları denemeye karar verdim. Kafamda düşüncelerle mahalleme dönünce, süpermarketin karşısındaki bakkalın yanındaki hipermarkete uğradım. Ucuzluk reyonunda 2 kilo soğan aldım. Elimde poşetle bakkalın önünden geçerken Ayfer ablanın 'yoldan geçene kredi veren banka' dediğini duydum. İlahi bir mesaj gibiydi bu sohbet. Fakat hipermarket poşeti ile yaklaşamazdım onlara. Alışveriş poşeti büyük bir utanca dönüşmüştü elimde. Ayağım takıldı numarasıyla poşettekileri dökmeyi düşündüm. Yere saçılan soğanları hep beraber toplarken birden girebilirdim konuya: 'Ayfer abla hangi bankaymış o, krediyle işim olacağından değil de,yani yoldan geçene kredi mi verilirmiş canım,sen de abartma, bunun öğrencisi var falan...'  Göz göze geldiğim mahalle bakkalımız 'sakın o aklından geçeni yapma,Ayfer ablanı da
 lafa tutarım. Tek başına toplarsın. Biz de acıyan gözlerle seni izleriz.' diyecekmiş gibi bakıyordu.

O sırada telefonum çalmaya başladı. Uzun zamandır görüşmediğimiz Serdar'dı bu. Evet evet, bankacı olan Serdar. İşi düşmeden aramazdı beni. Belli ki yine bir şey isteyecekti. Telefonu açar açmaz 'anca işin düşünce ararsın, oğlum bu kadar çıkarcı olma, yılların dostluğu var aramızda ayıp etme canım kardeşim' diyerek 
ona hem suçluluk duygusunu tattıracak hem de oluşan sıcak atmosfer ile kredi başvurumu araya sıkıştıracaktım. Serdar'dan daha adi olduğumu düşünmeye başlarken 'yes'e bastım. 'Oğlum sizin banka bana kredi vermedi lan, hiç mi ağırlığın yok senin orada dedim. Abi ben veznedarım dalga mı geçiyorsun dedi. Kahkahamı yarıda keserek konuyu 'yoldan geçene kredi veren banka'ya getirdim. Abi aynen, yoldan geçene kredi veriyo o banka,git git sana da verirler, dedi. Sonra Serdar'ın şarjı bitti.

Evden çıkarken radyomu kapatmaz, geri döndüğümde beni karşılayacak şarkıyı tahmin etme oyunu oynardım. Nihayet evime girmek üzereydim. Anahtarımı kilit yuvasına henüz yerleştirmişken Aşık Mahzuni Şerif'in yorumuyla Yiğit Muhtaç Olmuş Kuru Soğan'a türküsü çalmaya başladı. Ömer Faruk Bey ve güvenlikçi arkadaşları da olsaydı keşke, beraber dinlerdik dedim. Halayın üzerine ağır bir türkü iyi giderdi.


* Öğrenci belgemi vermeme rağmen sisteme öğrenci kaydı düşmeyen bankam, sürekli kredi teklifinde bulunuyordu. Nihayet başvurmaya karar verdim. Ancak saniyeler içerisinde kredi alamayacağımı öğrendim. Beklenen son erken gelmiş, hevesim kursağımda kalmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder